Atakan Aydın 04-03-2019
Ne zaman bir
sevgili görsem içim üzülür, sigarama sarılırım… İçimde bayram sevinci gibi
biriktirdiğim birkaç anı dışında hiçbir şey beni mutlu etmeye yetmemiş, hep
yeis içinde bırakmıştı. Yaşımın son semalarında yol boyunca her taşı her sokağı;
sanat galerisi gezer gibi saatlerce izliyor, köhne evimin yolunu tutuyorum. Bu
tekerrür yaklaşık yirmi yıldır böyle devam ediyor, ben yarım bıraktığım bir
aşkı; bir inanç niteliğinde durmadan arıyorum…
Aylardan
kasım, hava bir kâbus gibi içimi bunaltıyordu. Üniversite okumak için geldiğim
bu şehir de yalnız başıma bir oda da durmadan sigara içer, dışarıda soğuğa veya
rüzgâra aldırış etmeden el ele dolaşan çiftleri, sevgilileri pencere kenarından
izlerdim. Bu kasabaya daha ayak basmadan önce kafamda kurduğum dünyanın
şimdilerde hiçbir izi yoktu. Sadece yalnızlığımın olur olmadık tadını
çıkartıyordum…
Pencere
kenarındaki tekli koltuğumda oturmuş, önümde izmaritten gözükmeyen küllüğü,
yarım bırakılmış bir tabak makarnayı ve masanın üzerine birikmiş su birikintisi
ile güneşin batışını izlerken, bir yandan da alt komşularımda çalan müziğin ne
olduğunu düşünüyorum… Sonra bir sigara yakıyorum ve yarısını içip söndürüyorum…
İçimi boş bir dünya ya benzetiyorum. Hayat var ama yaşayan yok…
Bu
oda da kaldığım üç ay boyunca; alt katta, her gün bayram havası vardı.
Hayatımda duymadığım müzikleri, oyunları kızlı erkekli oynuyorlar, arada ise
benimde sevdiğim havalardan açıyorlardı…
İlk zamanlar kızıyordum, bazen de küfürler savuruyordum. Onlar da benim
yaşlarımda ama nedense mutluydular. Onların mutluluğunu kıskanıp belki mutsuz
olmalarını istiyordum sanırsam ama yalnız kaldığım şu daracık oda da
bilmedikleri bir ses oldukları için onlara alıştım…
Bir
kargaşa sonrası neye kızdığını bilmez bir tavırla; yalnızlığıma, umutsuzluğuma
ve önümde duran Salvador Dali’nin tablosuna küfürler savururken: Birden kapının
çalınması ile sesimi, konferansa hazırlanmakta olan bir eğitimci gibi
değiştirip, lafügüzafları aramakta olduğum hayatın amacına bağladım…
Bir
müddet kulak asmadım. İkinci defa kapıya vurduklarında, bir hızla kapıyı açıp karşımda
duran mavi ceketi, uzun kumral saçları ve yüzünde çocuksu bir tebessüm ile
ismini hatırlayamadığım heykelleri andıran kadına baka kaldım. Gözlerim,
gözlerine değince kelimeleri toplayıp bir şey demeye çalıştı ama o kadar utandı
ki; gözlerini kaçırıp sadece;
“Sen
şu okuldaki melankoli çocuksun” diye bilmişti…
İkimizde
beklenmedik bu söz karşısında gülümsedik…
“İnsanlara
böyle bir izlenim bıraktığımı bilmiyordum…”
Elini uzattı:
“Ben Liya, beni alt kattan seni davet etmem için gönderdiler.” Dedi.
Parmak
uçlarını avucumun içine doğru kavradıkça, elinin sıcaklığı vücudumun en derin
safhalarında bir kitap aralığında unutulan, kurumuş bir gül yaprağı gibi
önceleri parlak sonraları solmuş ve kurumaya yüz tutmuştu. Birkaç saniye nedeni
bilinmez bir tavırla yeis içinde kaldım…
Yüzünde
öyle bir buhran vardı ki; bunu birkaç dakika sonra fark edebilmiştim. Gözleriyle
elimizi gösterdiği vakit: “Affedersin, üzerime bir şey alıp hemen geliyorum” diye
şaşkın ve telaşlı bir cevap verdim. Ben çocukluk anılarımda dâhil, hiç toplu
ortamlara ayak uydurabilen biri değildim ama bu kızda beni çeken ve onun
saçlarından, ellerine kadar içimi huzurla dolduran bir hali vardı. – Hani en
müteessir günlerinde sevdiğiniz bir şarkının radyoda çaldığını fark edersin ya
sonra yüzünüzde oluşan aptal gülümseme ile içine bir huzur bir yaşama isteği
doğar, işte buydu.-
Şimdi
odanın içinde dört dönüp ne yapacağımı düşünürken tekrardan seslendi. “Biraz
çabuk olabilir misin?” Artık geri dönüşü olmadığı için üzerime hırka alıp
çıkmak durumunda kaldım…
Koridorda
ve merdivenlerden inerken ahenk ile dans eder gibi sallanan saçlarını ve
uzuvlarını bir adım arkasından gelerek takip ediyordum. Bu süreç her ne kadar
bitmesini istemesem de birkaç dakika bile sürmedi. Kapıya geldiğimizde, eliyle
saçlarını topladı, ceketini düzeltti ve kapıya vurması ile beraber şiddetli bir
ses tonuyla; “ Kapıyı açın!” diye haykırdı.
Birkaç
dakika öncesine kadar, nazik ve güzel görünen kadın, şimdi karşımda sinirli ve
çirkin bir hal almıştı… İçerideki ses birden sustu, kapı açıldı. Meraklı bakışların
kapı arkasından bana doğru baktığını gördüm. Yavaşça ayağımdaki terlikleri
çıkarıp, göz ucuyla çoraplarımı kontrol ettim. “Hoş geldin” sözcükleri dört bir
ağızdan üzerime doğru gelince kalbimin bir anda hızlandığını ve kızardığımı
fark ettim. İçeri geçtiğimizde köşede
bulunan sarı saçlı ve turuncu sakallı bir genç ayağa kalkarak elini uzattı: “
Ben Hakan” dedi. Elimi çekinerek uzattım
ve “Memnun oldum” diyerek köşede cam kenarında bulunan koltuğa oturdum.
Ortada
bıraktıkları soda şişesi neden benim buraya davet edildiğimi aydınlatıyor gibiydi.
Hakan söze girdi: “ Biz şişe çevirmece oynuyorduk! Liya cesaret deyince, bizde
seni davet etmesini istedik. Bizimle beraber oynar mısın?” Diğer iki kızda
Hakanın sözlerini tekrarlayıp muhabbet açmaya çalışıyor, arada masaya
getirdikleri abur cuburları bana doğru uzatıyorlardı.
Cevabımı
söylememe izin vermeden elimi çeken Liya ve onun derin bakışları, beni şişenin
yanında yer etmemi sağlamıştı. Birkaç soru cevap sonrası nerdeyse aile bireylerime
kadar öğrenmişlerdi. Soru aşk ve anlam üzerine yoğunlaşınca; karşılarında bir
heykel gibi durduğumu, ilgimi ve alakamın olmadığını fark ettiler, topu bana
atmayı bıraktılar ve alkol sefasına başladılar… Elime tutuşturdukları bir bardak
şarap ile karşımda oturan Liya’yı izliyor, bana doğru baktığını fark ettiğimde
hiçbir şey ile alakam yokmuş gibi tavanı, duvardaki tabloyu bazen de kitaplığı
izliyordum.
İçeride
dönen muhabbetlerin hepsi bugüne kadar duymaktan kaçtığım veyahut bulunmamak
için elimden gelen gayreti gösterdiğim bir hal almıştı. Buraya gelirken böyle
bir şeyle karşılaşacağımı aklımın ucundan geçirdiğim halde kendime kızıyordum.
İçimde o kıza duyduğum his olmasa şu pencereden tereddütsüz bırakırdım kendimi...
Uzun
saatler sonra herkes bir köşeye çekilmiş, kimi televizyona, kimi de elindeki
telefon ile uğraşıyordu. İçimde kapı eşiğine çarpan bir ayağın aniden gelen
ağrılarını taşıyor, onun yanına oturup, sızmış numarası yapmak, saçlarını
okşamak istiyordum… Beni fark etmesinler diye adımlarımı parmak uçlarıma kadar
indirip, salonu birkaç tur döndüm. Her ne kadar yüreğimi kandırmaya çalışsam
bile, yalandan sızmış, sarhoş numarası yapacak olmama, beynim izin vermiyor,
vicdanım bu yapacaklarımla, kaderimi değiştiremeyeceğimi söylüyordu.
Sessiz
ve düşüncesiz kapıya kadar gelip, terliklerimi giydim. İnsan her ne kadar
değişeceğine inansa bile alnın ortasına kara bir kalem ile yazılmış lekeyi bir
türlü çıkaramıyor, belki de çıkarmak için çaba göstermiyordu. Merdivenler öyle
uzun ve yorucu geliyordu ki, sol ayağımı kaldırıp atmaya çalışırken ayağımın
takılmasıyla devrildim. Yüz üstü ve bir daha da kalkmaya çalışmadım… Başımdan
akan kanlar ile oynuyor bir yandan da sigara yakmaya çalışıyordum. Işıkların
sönmesi ile etrafı zifiri bir karanlık kaplamıştı. Görebildiğim sigaramdan
çıkan kırmızı soluk renk ve kendimi inandırmaya çalıştığım bir rüyaydı.
***
Gözlerimi
açtığımda kırmızı kanepemde buldum kendimi, etrafa baktım, bir ses bir şey
yoktu. Kafama dokunduğumda sargılı ve ağrılıydı. Doğrulmaya çalıştım ama
üzerimde ki battaniye öyle bir sarılmış ki iki yanıma, kalkamadım. Birkaç saat
yukarıya tavana doğru baktım. Sonra bir kapı açılma sesi ve o içeriye girdi.
Elinde bir tabak çorba ile bacaklarımın oraya kıvrıldı. “Ne oldu bana” dedim. “
Şimdi ne olduğunu düşünme, sıcak çorba getirdim, hemen içmelisin” dedi. Filmlerde
gördüğüm sahnelere hep imrenir sonra da kendimce “kurgu bunlar, gerçekte böyle
olacak değil ya!” diye telkin ederim ama şimdi onu karşımda ve bana çorba
içirmeye çalışırken görmek, hayatın daha inanılacak ve şükredilecek
kısımlarının olduğunu düşünmeye bundan sonra ki zamanlar da her şeyi kadere
bağlamamaya gayret edecektim…
Bir
müddet böyle gelip gitti. Artık daha güzel ve daha iyi uyanıyordum. İyice
alışmıştım. Her sabah, kitap okuyoruz, çay demliyor beraber kahvaltı
yapıyorduk. Bir kez olsun, içimden ona karşı şehvetli arzular hissetmiyor sadece
onunla beraber olmayı çay içmeyi yahut yürümeyi istiyordum. Okul yolunda veya
koridorlarında onu bekliyor, onu mutlu edecek ufak hediyeler düşünüyordum…
Sanırım o günler
hayatımın en güzel günleriydi. Hiç unutmuyorum bir keresinde; Yurdun önünden
iki tane bisiklet çalıp, şehri boydan boya gezmiştik. Sonra bir evin bahçesinde
gördüğüm gülleri koparmak için yakınlaşıp, evin kapı açılması ile ne yapacağımı
bilmeden yere düşmüştüm. Kahkahalar eşliğinde oradan uzaklaşmıştık. -Biraz
kızarmadım da değil- o gülünce ağaçlar,
kuşlar herkes gülüyordu…
O zamana
kadar hiç yakınlaşmamız, hiç bu konuları konuşmuşluğumuz olmamıştı. Aptallık ki
ne aptallık! O gün yerden kaldırmak için yardım ettikten sonra bir bank
köşesine oturup uzun uzun sohbetler ettik. Ben her zaman ki gibi kendimi
beğenmediğimi, çirkin olduğumu ve arada onun ne kadar güzel olduğundan bahsedip
durdum. Üşümüştü, böylelikle biraz daha yakınlaşıp kolumun altına girmişti. “
En sevdiğin hayvan hangisi?” dedi hafif üşümüş sesiyle. Bu zamana kadar
düşünmüş değildim. Hatta ben onunla her şeyi sevmeye başlamıştım ama kendimi
benzetecek olsam bir hayvana en ideal cevap bu olacaktır diye düşünüp: “ Karga”
dedim. Yüzüme baktı neden diye sormasına izin vermeden: “Peki ya sen?” der gibi
baktım yüzüne ve o ellerimi tutup: “Kuş” dedi. Uzun müddet ikimizde sustuk.
Ay
öyle parlak ve sakin, hiçbir şey bu anı bozmak istemiyor gibiydi. Bu zamana kadar
hep yüreğimin sesiyle bu anıları biriktirmiş olmam beni bir an huzursuz etti.
Yüzüne çaktırmadan baktım. Bembeyaz yüzü, güzel saçları, masmavi gözleri vardı…
Birde kendimi düşündüm, çelimsiz vücudum, çirkin suratım ve sürekli bunları
aklıma takacak bir kişiliğim… Ben onu mutlu edemezdim. O hayatında daha güzel,
daha muvaffak şeyleri hak ediyor, ben onu kendi kötü kaderime dâhil edip,
mutsuz edemezdim…
“Bir karga bir
kuşa sarılamaz!” diye bağırdım.
Ürktü
bir an ve kolumu bıraktı. Kolumu bırakmasıyla fırladım yerimden ve arkamı dönüp
gittim… Hiçbir kelime etmesine izin vermeden öylece bırakıp gittim. Şimdi
aradan yirmi koca yıl sonra anladım ki aşk, kaderin müdahale etmesine izin
vermezmiş…
Harika bir hikaye olmuş Aşk kokuyor yüreğine sağlık
YanıtlaSilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilkaleminize sağlık....
YanıtlaSil